SUPRA
Sevince Bayrak, Oral Göktaş, Aysima Akın, Mete Bezek, Asu Pala, Yichi Zhang tarafından tasarlanan SUPRA, Suseong International Biennale kapsamında inşa edildi.“Sonuçta, dünya da yalnızca bir taş parçası, mutlak uzayda bir zerre.”
Pak Mogwŏl
Doğa ve kentler arasındaki ilişki, kentleşmenin başlangıcından bu yana tartışılan bir konu. Doğal kaynaklar, nüfus artışı, teknoloji, ekonomi ve kentsel politikalar gibi çok yönlü bileşenler, bu tartışmayı karmaşık hale getirirken, belirgin sonuçlar da ortaya çıkardı. Özellikle son yıllarda hızla büyüyen şehirler ve artan yüksek yoğunluklu kentsel alanlar, doğal döngülerin görünürlüğünü azalttı. Bu değişim, insanın doğayı görerek anlama sürecini sekteye uğratarak insan-doğa ilişkisini dönüştürmeye başladı. Rüzgarın yön değiştirmesi, güneşin hareketi, mevsimlerin geçişi, doğanın baharla birlikte yeniden uyanışı gibi en olağan döngüler bile, yoğun yapılaşma, iklim krizi ve doğayı aşılması gereken bir sınır olarak gören şehirleşme anlayışı nedeniyle fark edilmesi güç hale geldi.
Seul ve Suseong’a yaptığımız ilk ziyaretlerde, kent ve doğa arasındaki ilişkiyi gözlemledik. İstanbul’dan farklı olarak, Güney Kore şehirlerinde dağlar, nehirler ve vadiler gibi doğal unsurlar, teknolojinin baskın rolüne rağmen hâlâ hissedilebilir bir varlığa sahip. Seul’ün tam ortasında tüm heybetiyle yükselen Namsan Dağı ve kentin doğal peyzaj dokusunun kaynaklarından olan Han Nehri, şehirde dolaşırken dokunulabilir peyzaj öğeleri olarak karşımıza çıkıyor. Ancak çevrelerini saran elli katlı konut blokları, dev otoyollar ve yükselen ofis kuleleri, bize büyük bir metropolün içinde olduğumuzu hatırlatıyor.
Uluslararası Suseong Bienali için küratörler Choon Choi ve Youngmun Kim, kent, peyzaj, insan ve insan dışı varlıkların ilişkilerini tartışmak amacıyla ‘ilişkisel alan’ temasını belirledi. Bu doğrultuda, Suseong bölgesindeki kamusal parklara ‘kendini sorgulama’ alanı olarak kullanılabilecek kalıcı yerleştirmeler yapmaları için dört mimarlık ofisini davet ettiler. Bize önerilen proje alanı Daejin-ji, yoğun yapılaşma, otoyollar, insan yapımı bir göl ve yeşil alanlarla çevrili olup, doğa ile kentsel dokunun oluşturduğu zıtlığı gözler önüne seriyordu. Geçen arabaların gürültüsü, gölde süzülen nilüfer çiçeklerinin dinginliğiyle tezat oluştururken, bu karşıtlık zamanın ve değişimin farklı boyutlarını deneyimlememizi sağlıyordu.
Kore mimarisinde doğa ve yapılı çevre arasındaki ilişki yalnızca kentleşme sürecinde değil, malzeme seçimlerinde de belirgin şekilde kendini gösteriyor. Kayalar ve taşlar, doğada bulundukları halleriyle bir araya getirilirken, ahşap ve diğer malzemelerle özgün detaylarla bütünleşiyor.
Bu gözlemlerden yola çıkarak, böyle bir ikilemin tam ortasında, üç kayanın üzerine kondurulmuş ahşap ve çelik taşıyıcıları olan bir gölgelik öneriyoruz. Kullanılan malzemeler ve detaylar, kapalı ve yüksek bakım gerektiren alanlar yaratmadan, kentsel bir iç mekân hissi sunuyor. Yağmur yağdığında SUPRA, suyun havadan toprağa doğru hareketini görünür kılmayı amaçlıyor. Eğimli çatıdan süzülen yağmur suları, zemindeki oluğa yönelerek toprağa karışıyor. Yağmur yağmadığında ise SUPRA, Marshall Berman’ın tanımladığı gibi, insanların fiziksel olarak yalnız kalmadan baş başa olabilecekleri bir alan sunuyor. Öğle molasında bir kayanın yanında, gölgelik altında oturup otoyoldan gelen sesleri dinlerken sürüklenen bulutları izleme ve kendini sorgulama anı yaşama imkânı tanıyor.
Supra: ‘üst’, Latince ‘alt’ anlamına gelen Infra’nın zıt anlamlısıdır.